29 Eylül 2010 Çarşamba

sakın...

sakın..... sakın tek bir kelime daha edeyim deme... sakın tek bir yalan bile söyleme... nie biliyormusun... çünkü.. İNANIRIM...... onca şeyden sonra... şimdi tek bir cümle et... gözlerimin içine bak beni sevdiğini söyle... gerçek olmadığını bal gibi bilirim ama yine de sana İNANIRIM.... o yüzden tek bir an bile beni gerçekten sevdiysen sakın....

oysa herkes öldürür sevdiğini.. kulak verin bu dediklerime... kimi bir bakışıyla yapar bunu kimi dalkavukça sözleriyle... korkaklar öpücükleriyle öldürür... yürekliler kılıç darbeleri ile... kimi gençken öldürür sevdiğini.. kimi yaşlıyken... kimi şehvetli elleriyle bogar kimi altından ellerle .... merhametli kişi bıçak kullanır çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.... kimi yeterince sevmez kimi fazla sever kimi satar kimi de satın alır.... kimi göz yaşı döker öldürürken kimide kılıkıpırdamadan çünkü herkes öldürür sevdiğini.... ama herkes öldürdü diye ölmez.....

sakın

http://www.kendincos.net/video-nptvhdl-ezel-sakin-tek-bir-kelime-daha-edim-deme-.html

28 Eylül 2010 Salı

berna müjde den :) HAYATTAN SUNLARI OGRENDIM..YA SIZ??

kelimesine bile dokunulamıstır :) mutlaka okunmalı...

HAYATTAN SUNLARI OGRENDIM..YA SIZ??

Geniş ve rahat olmayı öğrendim… Ölümün dışında hiç bir şey göründüğü kadar önemli ve acil değil…Coşkulu ve neşeli olmadığım zaman, bunun hiç kimsenin suçu olmadığını ve gülümsemem gerektiğini öğrendim…Cesur olmayı; değilsem bile öyle davranmayı öğrendim… Nasıl olsa, aradaki farkı kimse anlamıyor…Cazibemle 15 dakika idare edebildiğimi, ama ondan sonra mutlaka bilmem gereken bir şeyler olduğunu öğrendim…BU ONEMLI ...Hiç kimsenin sır saklamadığını öğrendim!… Çünkü herkes, “birine söylemek ihtiyacı” hissediyor…Yanıtını bilmediğim ve emin olmadığım konularda “Bilmiyorum” demenin daha faydalı olduğunu öğrendim…Ağzımı kapalı tuttuğumda, fazla hata yapmadığımı öğrendim!…Başarıya çıkan bir “asansör” olmadığını, tırmanmak gerektiğini öğrendim…nsanların bana sadece, -benim izin verdiğim şekilde- davranabildiklerini öğrendim…Kıskançlığın, mutluluğun düşmanı olduğunu ve “mutlu olmak için başkalarına güvenmenin sonsuza kadar hayal kırıklığı getirdiğini öğrendim…İnsanların kendinden daha az başarılı insanlarla, başarısını; mutsuz insanlarla da mutluluğunu konuşmaması gerektiğini öğrendim...Başkaları içn olumsuz düşünüp acımasız kırıcı olanların, aslında güçsüz kimslr olduğunu ve sevgiyi sadce güçlü insanların bildiğini ogrndim...Hayattaki en önemli çözümün, neyin “önemli” olduğuna karar verip gerisini çöpe atmak olduğunu öğrendim....Sadece “ders almak” için arkma bakmayı, sadece “yüksek sesle düşünebilmek” için sorunumu bir başkasına anlatmayı öğrendim “Çözüm” için değil...Zamanı ve sözleri, dikkatsizce kullanmamayı öğrendim… Çünkü geri alamıyorum...”Affetmek ve Unutmak“… Eğer güçlüysen başarabildiğini ve kin tutmanın beni rahatsız ettiğini öğrendim…Nerede ve ne şartlarda olursa olsun, yaşadığım yeri güzelleştirmeyi öğrendim...Sürekli “BEN DÜRÜSTÜM, BEN DOĞRUYU SÖYLÜYORUM, SEN FARKLISIN” diyenlerden kuşkulanmayı öğrendim!...Bugünkü her üzüntümün ve her acımın, benim yarınki mutluluğumuhazırladığını öğrendim...Hayatı, gereğinden fazla ciddiye almamayı öğrendim…”Kaybedecek neyim var?” demek yerine , yaşadığım her şeyde “kazanacak çok şeyim var!” demeyi öğrendim...En önemlisi de, kendime gülmeyi, kendimle eğlenmeyi, kendimi sevmeyi öğrendim....BENİ ELEŞTİREN, BANA 1 ŞEYLER SÖYLEME YETİSNİ KENDİNDE BULANLARA , “CEVAP VERMEME”Yİ ÖĞRENDİM ÇÜNKÜ BU TARTIŞMA, HİÇ BİR ZAMAN BİTMEYECEKTİR...

klinik bilmecesi

Oturmusun klinikte sigaramı içiyorum fonda demir demirkan .... baktım olmuyor yazayım dedim neler yazsam ne yazsam diye düşünürken bıraktım parmaklarım karar versin dedim yazacaklarıma....
Ben benim derken nasılda yanılmışım zamana nasıl eksik kalmısım zamana... içimin dibsiz kuytularında nasılda karanlıklara hap solmusum... ben neler yapmışım... nelere can vermişim... hayat olmuşum...
Anlamlandıramadığım bir duygu bu isim koyamadığım çözemediğim... hayal meyal adlandırdığım....
Başımı alıp gitme hissi var içimde ama nereye ... bilemediğim bir ruh hali bu....
Alıştım mı alışamadım tabi... öyle kolay alışılabiliyor olsa ben bişey yapmamış olurdum... sessizlik hakim kliniğin duvarlarına... sanki ruhu gitmiş gibi derin bir boşluk kaplı her yerde... bir de kocaman anılar.... önemi var mı olsaydı heralde bu kadar sessiz ve boş kalmazdı duvarlar... susmazdı koskocaman klinik.....
Hayatın bir yerinden tutunmalı yeniden başlamalı ama neresinden... giden gitmiştir demeli mi... susmalı mı... feryat etmeli mi.. hangisinin bir faydası var ki olanlara hangisi geri getirir ki yaşanmışlıkları....
Dün gece devalarca '' ben şimdi ne yapacağım '' demişim geçmişlere gitmişim geçmişleri yaşamısım .... anlamadım ki ... ne oldu neden oldu niçin oldu.... tek bildiğim kendi içimde kaybolduğum... adını bilmediğim tadını bilmediğim bir duygu yaşadığım ve bunun bana ağır geldiği... yıkılmış hissettiğim... canımın acıdığı ama bir o kadar da kendimi güçlü hissettiğim bir duygu bu .... pekiyi şimdi ben ne yapmalıyım... belki de kahve içmeliyim.... neye yarar ki şimdi bunlar... giden gittikten sonra hemde gelmemek üzere gittiğine göre....
Arkadaşlarım bana kızmakta... belkide haklılar... ama onları dinliyormuyum hayır nasıl dinleebilirim ki kim haklı kim haksız ne oldu nereye vardık ne olacak bilmiyorum ki tek bilebildiğim içimin acıdığı
siz olsanız ne yapardınız kalırmıydınız olduğunuz yerde yoksa yürümeye devam edermiydiniz.... ben bilemedim .... ''' şimdi ben ne yapıcam '''

emel yalcına özel

http://fizy.com/#s/1g49bc umarım burdan çıkıyordur

kayıp zaman

POST TRAVMATİK STRES

(Geçen Sayıdan Devam)

Sevgi ARSLAN

Komiser

Psikolojik Danışman

Ankara Eğitim Şube Müdürlüğü

TSSB’nda Disosiyatif Belirtiler

Disosiyatif yaşantılar genel olarak, iki ya da daha fazla zihinsel işlemin, bilinçten kopması ve/veya kendi içindeki bütünlüğünü yitirmesi, kişinin duygu ve düşünceleriyle ilgili farkındalığının azalması ve kişinin bu konudaki farkındalıktan kaçınması olarak kavramsallaştırılmaktadır. Bu yaşantıları kısaca, travmatik olaylarla ilgili anıların “kompartımanlara” ayrıldığı bilinç bölünmesi olarak tanımlamak mümkündür. Disosiyatif yaşantılar, travma sonrası stresin temel bileşenlerinden ya da göstergelerinden biri olarak değerlendirilmektedir. Travma sırasında ya da travmadan hemen sonra ortaya çıkan disosiyatif yaşantılar, travma sonrası stresin çeşitli formlarıyla ilişkilendirilmektedir. Disosiyatif durumlara geriçakmalar (flashbacks) eşlik edebilir ve normal algısal, bilişsel ve motor işlevlerin bozulduğu gözlenir (Altaylı, 2000).

Disosiyatif yaşantıları üç temel grupta toplamak mümkündür:

1- Çevrenin daha fazla ya da daha az farkında olunması,

2- Ayrı ve birbirinden bağımsız kişilikler geliştirilmesi,

3- Travma sırası disosiyasyon,

Disosiyasyon ve travma arasındaki ilişki sistematik olarak ilk kez Janet tarafından tartışılmıştır. Janet’in görüşüne göre disosiyasyon, travmatik deneyime yanıt olarak ortaya çıkan nihai sonucun temel bileşenidir. Travma sonucu ortaya çıkan ve başedilemeyen duygusal yaşantılar, olayın içeriğinin ve izlerinin kişi tarafından absorbe edilmesini zorlaştırır. Süregen bir zafiyet yaratan enerji kayına yol açar. Tarihsel yaklaşım bağlamında, ortaya çıkan duygusal yanıtın niteliği ve şiddetinin travmanın kendisinden çok ilişkili olarak yaşanan öznel tepkilerle bağlantılı olduğu düşünülmüştür. Rahatsızlık veren ve istenmeyen duyguların disosiyasyon yoluyla unutulması süreklilik kazanmalarına yol açar. Bu tip olgularda kişiler travmanın olgusal içeriğini anımsayarak anlatamazlar. Bu yüzden travma ile ilgili olumsuz duygular çözümlenemez ve süreklilik kazanır. Ancak travma ile ilgili somatosensoryel belirtiler, kendiliğinden ve/veya anımsatan-benzeşen ortamlarda yeniden canlanır (Geyran, 1998).

Benzer şekilde bir çok travma kuramcısı, travma sırası disosiyasyonun ve travmadan hemen sonra gözlenmeye başlanan disosiyasyonun, travmatik olayın etkilerini bütün şiddetiyle yaşamamak için kullanılan bir savunma olduğu fikrini ortaya atmışlardır. Disosiyatif belirti gösteren TSSB hastaları, içinde bulundukları durumdan belli bir süre koptuklarını, bazen de olup bitenleri herhangi bir acı ya da gerginlik yaşamadan, dışarıdan gözleyebildiklerini söylemektedirler. Bu şekilde düşünüldüğünde, disosiyatif yaşantıların gerçekten de o andaki ağır şartlara rağmen, kişinin işlevselliğini devam ettirebilmesi açısından, önemli ve işlevsel bir düzenek olabileceği dikkat çekmektedir (Altaylı, 2000).

Freyd (1996), çocukların, bakım veren kişilerle yaşadıkları travmalara yönelik olarak ihanet travması kuramını ortaya atmıştır. Çocuklar bakıma muhtaç olduklarından, onlara bakım veren kişilerin onlara travma yaşatmaları halinde, fiziksel olarak onlardan uzaklaşmaları mümkün olmamaktadır. Freyd’e göre çocuklar, ortamdan ve kişilerden fiziksel olarak uzaklaşamadıklarından, durumu onlar için daha katlanabilir hale getiren “bilişsel kaçınma” stratejileri geliştirerek disosiyatif yaşantılara girmektedirler. Böylece duygusal açıdan uzaklaşabilmek için gerçek dünyadan kopmaktadırlar. Freyd’in kuramının yetişkinlikte gözlenen travmaya bağlı disosiyatif yaşantıların açıklanmasında da yararlı olabileceği düşünülmektedir (Altaylı, 2000).

Freyd ile benzer bir çizgide Gershuny ve Thayer (1999), disosiyatif yaşantıları, tehdit edici durumlara verilen “savaş ya da kaç” tepkisiyle bağlantılandırmışlardır. Kişinin travma sırasında durumla savaşma ya da durumdan fiziksel olarak kaçma imkanı olmayabilir. Bu nedenle, Herman (1997)’a göre kişi, disosiyatif yaşantıyla kendine başka bir “oluş hali” yaratarak durumdan bilişsel ve duygusal olarak kaçmaktadır. Sözü edilen bu oluş hali de savaş ya da kaç tepkisinde olduğu gibi, temelde korunma amaçlıdır (Altaylı, 2000).

Konu hakkında biriken bilgi ve deneyimler, TSSB’nun ortaya çıkışı ve dissosiye olabilme yatkınlığı arasında gösterilebilen bir ilişki olduğunu desteklemektedir. Özellikle çocukluk çağı travmaları ve disosiyasyon arasında ilişki olduğu konusunda bir uzlaşmanın sağlandığı söylenebilir. Benzer şekilde travma sırasında yaşanan disosiyasyonun TSSB gelişimini predikte ettiği ve erişkin dönem travmalarına yanıt olarak TSSB geliştirenlerde daha yüksek oranlarda disosiyasyon belirtisi saptandığı yönündeki görüşlerin henüz tartışmalı olsa da genel bir kabul aldığı görülmektedir (Geyran, 1998).

Geç Başlangıçlı PTSB.

Nadir görülür ve çalışmalarda, özellikle gazilerle ve küçük yaşta cinsel tacize uğrayanlarda belirgin olarak rastlanmıştır. Anlaşılması güç olmakla birlikte tablo, travmadan 30-40 yıl sonra yeniden alevlenebilir. Ya da ortaya çıkabilir. Bu olgularda bir tetikleyicinin orijinal travmanın çözülmemiş yönlerini aktif hale getirdiği düşünülmektedir. Ayrıca, çalışma ve fiziksel aktivite gibi travmatik olayın başarılı bir şekilde inkarını kolaylaştıran başa çıkma mekanizmalarının, emeklilik veya fiziksel hastalık gibi nedenlerden dolayı işlememesi sonucu mevcut olayın yeniden canlandığı düşünülmektedir (Battal ve Özmenler, 1997). EPİDEMİYOLOJİ

TSSB’nin yaşam boyu prevalansı %1-14 arasında değişmektedir.Risk gruplarında ise bu oran %3-58’dir. Posttravmatik Stres Bozukluğu prevalansı ile ilgili hem genel toplum, hem de risk gruplarını hedef alan pek çok çalışma yapılmıştır. Epidemiyolojik çalışmalar çoğunlukla tedaviye müracaat etmemiş genel toplumda yapılmıştır. Örneğin bir çalışmada genel toplumda tespit edilmiş 20 olgunun yalnızca birinin psikiyatrik tedavi aldığı bildirilmiştir. Epidemiyolojik çalışmalarda tanı için yaygın olarak DIS kullanılmıştır. Bu ölçeğin eski versiyonu ile yaşam boyu prevalans %1-3, ayrıca %6-14 kadar da subklinik form bulunmuştur. DIS’ın gözden geçirilmiş yeni versiyonu ile yapılan bir çalışmada da yaşam boyu prevalans %9, yaşam boyu travmatik olayla karşılaşma olasılığı %39 olarak gösterilmiştir. Değişik ölçekler bir arada değerlendirildiğinde, bir stresörle karşılaşan insanlarda PTSB gelişmesinin yaşam boyu prevalansı %3.6-75 arasında değişmektedir. ABD’de Vietnam gazilerinde erkeklerde %30, kadınlarda %26 sıklık gösterilmiş, ayrıca %22 kadarında kısmi veya subklinik PTSB olduğu bildirilmiştir (Battal ve Özmenler, 1997).

Çocuklarda TSSB.

Travmaya maruz kalan çocukların %30 kadarında TSBB’nun oluştuğu bilinmektedir. Hugo kasırgasına maruz kalan 5687 çocuk ile yapılan bir çalışmada, bu çocukların %5.5’inde TSBB’nun geliştiği ileri sürülmektedir. Kentlerde toplumsal şiddete maruz kalan çocukların %24 ile %34.5’inde TSSB’nun gelişmediği, belirtiler düzeyinde kaldığı bulunmuştur. Bu çalışmaya ailelerinden ve çevrelerinden uzakta yatıla okul yaşamına başlayan ve deprem yaşantısına tanık olan 32 ergen alınmıştır. 17 Ağustos 1999 Marmara depremini yaşayan çocuklar ve ergenlerde yapılan bir çalışmada 1100 çocuk ve ergenin 84’ünde akut stres bozukluğu geliştiği bildirilmektedir (Yorbık ve ark. 2002).

Cinsiyet Açısından TSSB.

Kadınlarda cinsel tecavüzler ve fiziksel taciz daha yüksekken, erkeklerde silahlı saldırı ve çatışma şeklindeki etkenler daha önde gelmektedir. Kadınlarda belirtiler daha şiddetlidir. Hastalığın süresi kadınlarda daha uzun sürmektedir. Kadınlarda travmatik olayın 15 yaş öncesinde başlama riski çok daha yüksektir(özellikle cinsel taciz ve tecavüzlerde).

Travmaya maruz kalan bireylere yardım çalışmalarında görev alan kişiler üzerinde yapılan çalışmalarda TSSB belirtilerinin kadın travma çalışanları arasında, erkeklere oranla daha yüksek olduğu bulunmuştur. Kassam-Adams (1995) cinsel travma mağdurlarının tedavisini yürüten psikoterapistlerle yaptığı çalışmasında, kadın terapistlerin, erkek terapistlerden daha fazla TSSB belirtisi bildirdiklerini belirtmektedir. Benzer şekilde, Çöl Fırtınası Operasyonu çalışmasında cenaze işleriyle uğraşan kadın çalışanların, erkeklerden daha fazla rahatsızlık bildirdikleri bulunmuştur. Kadın polislerin de erkekler polislerden daha fazla belirti bildirdikleri saptanmıştır (Oral, 2002).

ETYOLOJİ

Her organizmanın başedemeyeceği kadar ağır stres durumları vardır. Böyle koşullarda herhangi bir kişide ağır bunalımlar olabilir. Benliğin bütünüyle dağıldığı, çaresiz kaldığı, ileri derecede regresif davranış biçimlerine başvurduğu görülebilir. Ancak TSSB’nun tipik belirtilerini her kişide görmeyiz. Kimileri konversiyon bozukluğu, donakalım ve başka psikoz belirtileri gösterebilir. Bu nedenle gerçek oluş nedeni yalnızca stresin ağırlığına bağlanamaz. Belli bir yapının ve kişilik yatkınlığının da bulunması gerekir. Fakat bu yapının, bu kişiliğin özellikleri henüz aydınlatılamamıştır. Psikodinamik açıdan travmatik nevroz Freud’un tanımladığı yineleme zorlantısı görüşüyle açıklanmaya çalışılmıştır. Çocuklarda acı, korku veren bir uyarana tekrar tekrar yaklaşma ve böylelikle korkunun üstesinden gelme eğilimi sıklıkla görülür. Yetişkin kişinin başedilemeyecek kadar ağır bir stresle karşılaşınca düşüncelerinde, düşlerinde bu olayı tekrar tekrar yaşaması yineleme zorlantısına benzeyen bir durumdur. Bu da çocuklukta görülen stresle başetme doğal çabasının benzeridir (Öztürk, 1997).

Son yıllarda TSSB’nun ortaya çıkışındaki psikolojik ve biyolojik etkenler üzerinde çalışmalar artmıştır. Bunun nedenleri arasında şunlar sayılabilir: ABD’de Vietnam savaşından dönenler üzerinde savaşın kısa ve uzun süreli etkilerini yakından izleme ve değerlendirme olanaklarının bulunuşu; bütün dünyada savaş, terör ve işkencenin kamu oyunda sergilenmesi ve bunlar üzerinde bilimsel incelemelerin yapılmaya başlanması; çocukluk çağında karşılaşılan travmatik olayların etkileri üzerinde bilimsel çalışmaların artması (Öztürk, 1997).

Nörobiyolojik alanda yapılan çalışmalarda beyinde nöradrenerjik ve özellikle serotonerjik dizgelerde değişiklikler olduğuna, lokus seruleusun uyarılma düzeninde bir bozulma olabileceğine ilişkin varsayımlar ortaya atılmışsa da bu görüşler henüz başlangıç aşamasında olup, TSSB’ndaki nörobiyolojik değişikliklerin gerçek doğasını açıklayabilecek düzeyde değildir (Öztürk, 1997).

RİSK FAKTÖRLERİ

Epidemiyolojik çalışmalarda ve tedaviye gelen olgularda; ailede psikiyatrik hastalık öyküsünün varlığı (özellikle anksiyete bozukluğu), yüksek nörotizm ve düşük kendine güven gibi kişilik özellikleri, aileden erken ayrılık-boşanma, ailede antisosyal kişilik bozukluğuna sahip üyenin olması, çocuklukta davranım bozukluğu, kötüye kullanım, düşük eğitim seviyesi, ek stresli yaşam olayları, kadın olma, fazla miktarda alkol alıyor olma, daha önce anksiyete bozukluğu veya depresyon geçirmiş olma, travma ile karşılaşmış olma, TSSB’nun birer risk faktörü olarak bulunmuştur (Battal ve Özmenler, 1997).

AYIRICI TANI

TSSB’nun eskiden travmatik nevroz diye bilinen klinik şekli travmatik olayın sık sık yeni baştan yaşandığı düşünceler ve düşlerle kolay tanınır. Fakat bütün hastalarda ayrıca organik beyin bozukluklarının (beyin zedelenmesi) olup olmadığı iyice incelenmelidir (Öztürk, 1997).

Doğal afetlerden sonra hayatta kalanlarda TSSB olduğu kadar yaygın anksiyete bozukluğu ve majör depresyonun da ortaya çıktığı saptanmıştır. TSSB’nun semptomları olan irrabilite, tepkisizlik, uyuşukluk diğer anksiyete bozukluklarında, depresyon ve madde kullanım bozukluklarında da görülebilir. Hastada çoğu kez TSSB ile birlikte travma ile ilişkili veya ilişkisiz başka ruhsal bozuklukların da olabileceği bilinmelidir. Bir çalışmada kontrol grubu ile karşılaştırıldığında TSSB olanlar iki kat daha fazla eşlik eden tanı almışlardır. Alkol ve maddeyi kötüye kullanım %20-80 oranı ile en çok eşlik eden bozukluktur. Uyum bozukluğu ayırıcı tanıda dikkat edilmesi gereken bozukluklardandır. Yaygın anksiyete bozukluğu, TSSB’nun artmış irrabilitesine benzer. Travmanın ve tekrar tekrar hatırlamanın varlığı ayırımda yardımcı olur. TSSB’nda depresif semptomlar görülür ve depresyonla karışabilir. Ayırıcı tanıda ise travmaya bağlı saplantı tarzında hatırlamanın depresyonda görülmemesi dikkati çeker. Saplantılı tekrarlamaların varlığı ayırıcı tanıda obsesif kompülsif bozukluğu gündeme getirse de travmanın varlığı ile saplantılı düşüncelerin travma ile ilişkisi ayırımda yol gösterici olabilir. Flashback, duyarsızlık, amnezi olması disosiyatif bozukluğu düşündürebilir. TSSB’na sıklıkla eşlik eden bozukluklardan birisi de borderline kişilik bozukluğudur. Alkol ve psikoaktif madde intoksikasyonu ve yoksunluklarında da TSSB artabilir. TSSB’nun yapay bozukluklardan ve temaruzdan da ayrılması gerekebilir. Travmanın varlığı, hastanın bu travmadan etkilenmiş olması, sıklıkla travmayı anlatmaya gönülsüz olması yardımcı ipuçlarıdır (Battal ve Özmenler, 1997).

Bir travma ile karşılaşan insanların büyük bir bölümü akut stres bozukluğu veya buna benzer semptomlar gösterebilirler. Bu tepki genellikle kısadır. Ancak bir aydan daha uzun süren kişilerin %70-90’ında TSSB’nun tüm kriterleri görülür (Battal ve Özmenler, 1997).

GİDİŞ VE SONLANIŞ

TSSB genellikle akut bir rahatsızlıktır. Travmatik olaydan birkaç saat, birkaç gün, hatta birkaç ay sonra ortaya çıkabilir. Eğer ikincil kazanç sorunları yoksa (örn. Tazminat davası, işten uzaklaştırılma gibi), hastanın kişiliği de önemli derecede uyumsuz değilse, bozukluk çoğu kez kendiliğinden birkaç hafta veya ayda düzelir. Uygun tedavi ve rehberlikle hasta kısa sürede normal yaşama döner. Hastaların küçük bir bölümünde süregenleşme olabilir ve bunlar çoğu kez yetersiz kişilik gösteren hastalardır. Ayrıca uzun süre yatakta hareketsiz kalma, uzun süren tazminat ya da suç davaları rahatsızlığın süregenleşmesine yol açabilir (Öztürk, 1997).

II: Dünya Savaşı’ndaki gözlemler, baştan beri var olan ve tedaviye cevap vermeyen aşırı uyarılmışlık halinin kötü prognozu gösterdiği yönündedir. Ayrıca komorbid hastalığın alevlenmesi ile TSSB semptomları da şiddetlenebilir (Battal ve Özmenler, 1997).

TEDAVİ

1- Önce hastanın ağır bunaltısını yatıştırmak ve uykusunu düzene sokmak gerekir. Kısa süreli olmak koşulu ile bunaltı giderici ilaçlar kullanılabilir. İlaca tutkunluk olasılığı varsa bunlardan kaçınılmalıdır.

2- Hastayı rahatlatacak, gevşetecek, korku ve endişelerini azaltacak psikoterapötik yaklaşım zorunludur.

3- Hastada organik bir engel yoksa en kısa zamanda işine, görevine ya da kıtasına dönmesinin veya başka uğraşlara yönelmesinin yararları büyüktür ve bu hastaya açıkça belirtilmelidir. Bu yönde sürekli olarak desteklenmelidir. Organik engel olmadığı halde uzun süren dinlenmeler süregenleşmeye yol açabilir.

4- Süregenleşme eğilimi gösteren dirençli hastalarda uzun süre psikoterapi gerekli olabilir (Öztürk, 1997).

Bireysel Psikoterapi

Travmadan hemen sonra krizin değerlendirilmesi hem kronik TSSB gelişimini, hem de diğer komplikasyonların önlenmesi açısından önemlidir. Bu yaklaşım temelde destek sağlama, olayın yargısız kabulü, bilgilendirme ve genel tıbbi bakımı içermelidir.

Travmaya odaklanmış bireysel psikoterapi, olayı ele alan zaman sınırlı bir dizi kognitif davranışçı tedavi şeklinde uygulanabilir. Yeterli kontrollü çalışmalar olmamasına karşın olayla ilgili yaşantılar üzerinde odaklanan psikoterapinin, farmakoterapiden daha üstün olduğunu gösteren bulgular ileri sürülmektedir. Ancak olayla ilgili yaşantı üzerinde odaklaşan psikoterapilerin, farmakoterapi uygulanan gruplardan farklı gruplara uygulanmış olması, bu sonucu tartışmalı kılmaktadır (Battal ve Özmenler, 1997).

Grup Psikoterapisi

Bir çok bilimadamı TSSB’nda grup terapisini önermektedir. Travmatik olay mağduru üyelerin sağlayacağı anlaşılma ve destek, grupta yoğun duygusal aktarımın yaratılabilmesi, bireysel terapideki hasta-terapist arasındaki problemlere alternatif olabilmesi bazı yazarlara göre kaçınma ve tepkisizlik semptomları üzerinde daha etkili olabilmesi gibi avantajları belirtilmektedir (Battal ve Özmenler, 1997).

Çocuklarda Tedavi

Çocukların TSSB tedavisinde bireysel, aile, grup, davranışsal, bilişsel ve psikofarmakolojik yaklaşımlarda bulunulmaktadır. Çocuklarda TSSB’nun tedavisi ile ilgili araştırma sayısı çok az olmasına rağmen, genel olarak tedavide travmanın doğrudan araştırılması, stres ile başa çıkma tekniklerinin uygulanması, travma ile ilgili yanlış düşüncelerin düzeltilmesi, anne ve babaların tedaviye dahil edilmesi gerektiği kabul edilmektedir (Yorbık ve ark. 2002).

KAYNAKÇA

Altaylı, Benek, “Travma Sonrası Stres Bozukluğu’ndaki Dissosiyatif Belirtiler,” Türk Psikoloji Bülteni, Cilt:6, Sayı:16-17, 2000, ss. 64-68

Amerikan Psikiyatri Birliği, DSM-IV-TR Tanı Ölçütleri. Çeviren: Ertuğrul Köroğlu. Ankara: Hekimler Yayın Birliği, 2001

Battal, Salih, Nahit Özmenler. Psikiyatri Temel Kitabı. Ed. Cengiz Güleç ve Ertuğrul Köroğlu. Cilt:1 Ankara:Hekimler Yayın Birliği, 1997

Geçtan, Engin. Psikodinamik Psikiyatri ve Normal Dışı Davranışlar. 12. Basım. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1995

Geyran, Pakize, “Travma, Dissosiyasyon ve Posttravmatik Stres Bozukluğu,” Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji Dergisi, Ek sayı:1, 1998, ss. 10-14

Oral, Nursen, “Çocuk Koruma Servisi Çalışanları Arasında İkincil Travmatik Stres: Görülme Sıklığı, Şiddeti ve Yordayıcı Etmenler,” Türk Psikoloji Bülteni, Sayı:24-25, 2002, ss.95-103

Öztürk, M. Orhan. Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. 7. Basım. Ankara:Hekimler Yayın Birliği, 1997

Yorbık, Özgür, Semih Dikkatli ve Teoman Söhmen, “Çocuk ve Ergenlerde Travma Sonrası Stres Bozukluğu,” T Klin Psikiyatri, 2002, 3:35-44.

26 Eylül 2010 Pazar

3 nokta...

hayat
o kadar zormu ?
atilirmiyiz oyundan
benzemessek onlara
bahane mi lazim ?
mazeretimiz mi kalmamiz?
cok ayip olmus..
hayat
o kadar zormu ?
takılırmıyız yolunda
sekli qizli taslara
yetismekmi lazım
bahcemizde bir qül acmamis
cok ayip olmus..

kız en qüzel en hafif qiysisini qiymis
oqlan renkli bir dünya boyamis
kapkara kapılar sormuslar onlara
ayıp olmazmı
bu isler o kadar kolay mı
ayip olmazmi ?

bisiklet....

Mükemmel hava,
Mükemmel bir ses,
Mükemmel durumda,
Sahibi hatasızdı,
Hatasız yıprattı duygullarını,
Tek bir şans bir bisiklet taşıyordu aşkını,
Nasıl bir şey uykusuz uzağa,
Gözlerim mahmur bakıyorum ufkuna,
Bas bedalı bak gökyüzüne,
Seni bekleyen bir adam var,
Gözüm yollarda yolları sen aşarken,
Bekledimde görrdüm ihtiyacım olanı,
Biraz şans ve bir bisiklet,
Kim tutunmuş zamana,
Pişman değilim asla,
Nasıl bir şey uykusuz uzağa,
Gözlerim mosmor bakıyorum ufkuna,
Bas bedalı bak gökyüzüne,
Seni bekleyen bir adam var..

masumiyetlerimiz ne zaman kaybolur

Alırsınız elinize umarsızca yakarsınız dumanını cekersiniz içinize size bişey ifade eder mi bana etmez bakar kalırım öylece belkide alışkanlık benimkisi .... dudak tiryakiliği dedikleri bu olsa gerek bilemedim... aslında bilmekte istemiyorum....
Ne ilk ne de son beklediklerimiz... yaptıklarımız ortaya çıkarttıklarımız bizi biz yapan şeyler değiller mi..... kibarlıklar nezaketler.... bozuk sahte yapılar... belkide hayatın bize sundukları....
Biz kimiz ki.... yaptıklarımızdan olduklarımızdan olacaklarımızdan ne kadar eminiz ki takılıp gidiyoruz uçsuz bucaksız yaşamlarımızda.... kendimize ağlar örüp kör düğümler yaratmıyormuyuz... kendi çıkmazlarımızda yaşamıyormuyuz... herkes gibi ahkamlar kesiyorum etrafa... bazen hayyam oluyorum bazen asaf moduna geçiyorum... peki ben ne yapıyorum... kendi karanlıklarımda mutlu olmaya çalışıyorum.... becere biliyormuyum ??? aslında onuda bilmek istemiyorum sadece deniyorum... bazen yanılıyorum bazen doğrular yapıyorum ama yinede umarsızca ki bu ben hayatım boyunca umarsız olamadım.... yürüyorum yürüyorum...
Masumiyetimi arıyorum belkide nerde ne zaman bıraktığımı bilmediğim masumiyetimi... masumiyet belkide şener şenin bir filmi kimileri için .... kimilerine göre yersiz yurtsuz zamanlar... kimileri için sıfır yalanlar sıfır soru işaretleri... pekii benim için masumiyet ne... kendim olabilmek ... kimseden korunmama gerek kalmadan ben olabilmek... kafamda sıfır düşünce ile nefes alabilmek... yataktan hiç kalkmadan uyumak... aynada kendi yüzümle karşılaşmamak... yalnız olmamak... belki aşık olmak deli sevmek... hem dokunabilmek hem dokunanamamak.... yerini bilmediğim bir yerde unuttuğum ama beni ben yapan şey masumiyet.....
Can sıkıntılarım hüsnü kuruntularım.... meraklarım panik ataklarım.... çıkmazlarım... yarattığım sorunlarım... hırslarım... egolarım... düşmüş yüzüm... arada kahkahalarım.. yaşanmışlıklarım , ben , ben , ben işte hepsinin toplamı benim masumiyetim...
Sizin için ne kadar önemli bilemem ama ben evet ben benim için çok önemliyim... o yüzden masumiyet olmadan yaşayamam ki ben... nefes alamam ki ben olmaktan çıkarım...
Bazen diyorum ki boğaz köprüsünde öylece beklesem altımdan gemiler geçse tıpkı önümden geçen hayatlar gibi .... katılmasam hiçbirine ve öylece izlesem... akıp gitseler ben kalsam o saniyelerde .... sadece izlesem... beynim bomboş olsa... kendimi unutsam.... sonra kendime bişeyler söylesem ve ben kendimi sadece dinlesem ...becerebilirmiyim bunu :) imkansız benim gibi çok konuşan biri... aklımı kaptırıp gitsem... iyi de nereye gitsem ...
Yüzüme sabah güneşi çarpsa ama ben hiç uyanmasam uyusam uyusam uyusam saatlerce belkide günlerce uyanmasam ama herşeyim en çok ben kısaca masumiyetim bende olsa....
masumiyetlerimizi ne zaman kaybettik ? çok mu büyüdük çok mu doğrular yaptık ? yoksa hatalar denizinde mi boğulduk... bak şimdi bunuda bilemedim.... bilen varsa gelsin söylesin... ya da bana beni kısaca masumiyetimi geri versin.....

25 Eylül 2010 Cumartesi

güne merhaba ve o'na

Eylül bitiyor zorlukları yorgunlukları ile bir yaz daha geçirdik hayatımızdan neler yaşadık nelere güldük nelere üzüldük anlamadan geçirdik..... bir baktık sonbahar gelmiş... sonbahar güzel mevsimdir aslında insanın içinde yenilenme isteği başlar.... yazın genişliğinden rehavetlerinden arınma dönemidir sonbahar....
Zamanlar gelir zamanlar geçer , hayatlar gelir hayatlar geçer , mutluluklar gelir mutluluklar geçer , acılar gelir acılar geçer , yaşam bu değilmidir... zaten gelişler ve gidişler... gelditlerden ibaret değilmidir hayat....
Hepimizin milyon tane isteği yok mu... hepimiz mutlu olmak istemiyormuyuz... istediklerimiz olsun istemiyormuyuz.... ama yaşam bu değil mi ? hangimizin istediği şey dörtdörtlük oluyor... hangimiz gerçekten mutlu olabiliyoruz.... bunun için uğraşıyoruz ama olmayınca olmuyor.... asılı kalıyoruz kendimizi arafta hissediyoruz o saniyede o anda kalıyoruz ama zaman akıp geçiyor...
Beklemelimiyiz ? orda o saniyede asılı kalmalımıyız ? bilmem bilemedim... aslında içimizden ne geliyorsa onu yapmalıyız.... nasıl istiyorsak ona göre yaşamalıyız... kimseyi ipotek altında tutmamalıyız... kimsenin hayatına kambur olmamalıyız.... amaç mutlu olmak değil mi ? o zaman neden hayatımızı erteliyoruz ki... neden duruyoruz ki...
Yürümeliyiz artık konuşmadan içimizden geldiği gibi istediğimiz yöne savrulmalıyız ama zamanı boşa harcamamalıyız... giden zamanın yerine yenisini koyamıyoruz... zaman akıp geçiyor ve bir bakmışız geride kalmısız...
Hayatta yaptığımız hiçbirşey hata değildir.. hepsi deneyimdir önemli olan o deneyimlerden yüzümüzün akıyla çıkabilmektir...
3 şubat 1978 tarihinden beri burdayım bir şekilde kendi çapımda dünyaya yön veriyorum... doğrularımı yaşamaya çalışıyorum... inatcıyım... agresifim... bazen saflıklarım var... bazen çok sabit fikirli olabiliyorum... ama ben benim benden malesef ki bir tane daha yok... belki en mükemmeli en iyiyi yapamıyorum ama yinede iyi şeyler ortaya koyabiliyorum... bu da beni mutlu etmeye yetiyor...
Yaşammışlıklarıma baktığım zaman mutlu oluyorum... çünkü ben ahmetim :)
Ömrümden koca bir yaz geldi geçti... çok büyük umutlar koydum kendime... çok büyük sevgiler verdim... çok büyük acılar yaşattım çok büyük acılar yaşadım... kızdığımda oldu sinirlendiğimde oldu... bagıra bagıra ağladım da ... ama hepsi yaşanması gereken seylerdi ve dibine kadar dolu dolu yaşadım ve yaşatmaya çalıştım.... belki başarılı oldum belki olamadım... ama anladım ki dökme suyla değirmenler dönmüyor ya da don kişot olmanın bir manası yok... benden olsa olsa küçük prens olur :))
Artık susma hakkımı kullanmak istiyorum.... söyleyeceklerimi söyledim... isteklerimi belirttim... yapacaklarımı yaptım...
Bu gün kendi araflarımdan kendimi kurtarma zamanı geldi... yola devam etme zamanı... acılarımı cektim ... artık onları iyileştirme zamanı geldi belki izlerini bir ömür boyu taşıyacağım ama olsun yine en başa gitsem ve bunları yaşayacağımı bilsem bir saniye düşünmezdim...
Ben buyum beni sevenler beni çok severler sevmeyenler ise zaten çok şey kaybederler...
Bir iki gündür emel dinliyorum bu kadın en kısa sürede albüm yapmalı bence zorlama , altın kafes , mucize ne güzel sözleri olan parçalar.... dinledikçe insanın içi açılıyor...
Bu gün kendim için güne merhaba diyorum.... beklentilerimi biliyorum , umutlarımı biliyorum , ondan istediğimi biliyorum ama yaşamaya da devam ediyorum... hayatıma devam etmeye mecburum... yoksa üretemem yoksa nefes alamam yoksa o anda o saniyede bir hayat geçiririm ve bir bakarım ki hayat bitmiş... umutlarım , isteklerim ve o zaten bana aitlerse öyle yada böyle bana geri gelirler bana ait değillerse de zaten ne yapsam boşa yapmış olurum... o yüzden yeni gün sana merhaba... bundan sonra hiç kimseyi , hiçbir isteği , hiçbir olayı altın kafeslere sokmak yok.... hapsetmek yok.... bencillik yok....
Şu saatten sonra hayatıma öyle ya da böyle girmiş hiçkimseye kızmıyacağım kin beslemeyeceğim küs kalmayacağım eğer bunları yapmazsam ben ben olmaktan çıkarım... öncelikle kendime faydam dokunmaz sonrasında kimseye faydam dokunmaz...
Alınmış başlatılmış ve başlanılacak bir sürü projem var artık onlara odaklanmanın onlarla uğraşmanın zamanıdır zaman o yüzden yeni gün sana merhaba .... kalbimden geçenlerin hepsi olduğu gibi durmakta ama yapılmasıda gereken çok şey var.... hepimize kolay gelsin allah hiçbirimizi utandırmasın....
Ve sana... seni sen yarattın hatalarınla doğrularınla herşeyinle sen sensin sana senden başka kimse zarar veremez... seni senden başkası senden daha çok düşünemez... bunu yapmayı denedim seni kendimden daha çok düşündüm seni senden daha çok sevdim ama sana ne bıraktım.... artık seninde mutlu ve huzurlu olman lazım kendin için birşeyler yapmak zorundasın... kimsenin seni kırmasına üzmesine yalandan sevmesine seninle vakit geçirmesine izin verme... kimsenin senin yarınlarını çalmasına izin verme... hayatını yeteri kadar erteledin artık erteleme .... araflarından kurtul... kafanı topla yapmak istediklerini senin kadar bende çok iyi biliyorum... zaman geçiyor koşma uçma fırla ve hayatı yakala... isteklerini yap ve beni gerçekten mutlu etmek istiyorsan bunları başar ve bende sen bunları yaparken seni izliyeyim ve sonunda oh be diyerek bir sigara yakayım ve keyfine varayım .... tüm acılarını tüm sıkıntılarını tüm olumsuzluklarını unut... herkesi herşeyi unut ve sıfırlan :) biliyorsun sen ne istersen yaparsın bugüne kadarda yaptın zaten.... kimse seni altın kafeslere koymasın... kimse seni üzmesin.... sana ilk gün sölediğim gibi sen yeterkaybol dediğin ana kadar senin yanında ve arkanda olmaya devam edeceğim... sen izin verdiğin sürece kimsenin seni üzmesine izin vermeyeceğim bu kendim bile olsam... beni ve isteklerimi de bir kenara bırak... insanların isteklerini ve söyleceklerini bir tarafa bırak ve kendini yenile kendine odaklan ve artık kanatlan... bu yolculuğunda çok canın yanacak.. çok üzüleceksin.. çok çıkmazların olacak ama sen hepsinin üzerinden gelmeyi biliyorsun ve gelirsinde .... artık durma bugün buraya dimdik gel ... yapacaklarına odaklanmış planlarını yapmış ve sen olarak gel... hadi kahve sularını koyuyorum ...

7 Eylül 2010 Salı

ehh hersey okunuyormus bu da okunsun :))

son dönemlerde yasadıklarıma baktıgım zaman kendime kızmadan edemiyorum.... bazı insanlar vardır ki kendisini yukseltmek icin yanına birilerini alır onlarla arkadaslıklar ve dostluklar kurarlar bazılarıda benim yaptıgım gibi arkadas seciminde yanlıslar yaparlar... allahtan sadece arkadas seciminde yanlıslar yapıorum... guclu ve sağlam adam gibi adam olan dostlarım var.... farkındaysanız son dönemde yasadıgım olayların hiçbirisinin icine benim dostum dediğim insanlar girmediler ve sadece uzaktan izlemekle yetindiler yorum dahi yapmadılar cunku onların yapacak daha önemli işleri vardı ;)
bayanlar baylar blogumun okunuyor olması beni cok sevindir di tabii yorumlarda yapmakta herkes özgür dilediğini söyleyebilir.... önüne cıkmayacagım insanlar acaba kücücük dogru düzgün takipcisi bile olmayan bir blogtan acaba neden korkarlar anlamam :) ya da hani benle ilgilenmeyen tipler neden hala benim blogumu okur bundan rahatsız olur bunuda anlamıs değilim.... kendi isimleri kendi cisimleri olmayan seylerden neden korkarlar acaba korktukları gerceklermidir :) yoksa insanların görmesinden korktukları gercek yüzlerimidir :))
bazı işler malesef ki oturarak yapılmıyor her zaman armut pişip ağıza düşmüyor :) böyle yapacak işleri ilgilenecek konuları olmayanlar kalkıp bunları takip edebiliyorlar ama etsinler demet söylemiş zaten altın camura düşerse değeri kaybolur mu diyee :))
benim alnım acık yüzüm ak kimseden çekinecegim birseyim yok eleştirilere herzaman ve her koşulda açıgım zaten ... başkalarının bir korkusu bir stresi bir yarası varsada bunu ben bilemem :))
başta kendim olmak üzere herkesi zaten vicdanları ile basbasa bırakıp allaha havale etmiştim :)))

olaylara sadece gülmekle yetiniyorum.... umarım herkes kendine yeni mesgaleler bulurlar :)) yapmakta oldugum ve yapacagım milyon tane işim var....
burası bana ait olan bir sayfa istediğim şekilde istediğimi yazmakta özgürüm.... birileri bundan alınacak rahatsız olacak diye bir endişem bir korkum ve cekingenliğim yok :))
problemlerimi halletmem gereken insanlarla zaten hallettim ve onlarla zaten görüsüyorum geri kalan ayrıntılar zaten hayatımdan silindi gitti :))) bundan sonra asla hayatıma dahil olamazlar zaten olmamıslardı da :))

en güzel günler en güzel yarınlar sizlerin olması dileğiyle hepinizi kocaman kocaman öpüyorum ve kendi işlerime odaklanıyorum.....

beni izlemeye devam edin :)))))

5 Eylül 2010 Pazar

22 Aralık 2009

kafa karısıklıkları düzensizlikler.... bezginlikler... yeniden baslama isteyi... soguk bir istanbul günü... karanlık bir hava yer caddebostan... mekan klinik... peties uyumakta.....

26.08.2010 saat :19:50

telefon titrer... tırtttt tırttttt....
ezan okunmustur ama ikiside oruc tutmamaktadır... ya da şimdi aklımda öyle kalmış olmalı... gulerek bişeylerden bahsetmektedirler. i love kırmızı koltukta you'suna bakıp gülmekte galiba bayram planlarını anlatmaktadır...
buyuk olasılıkla you onu dinlemekte ve petsociety oynamaktadır. içinde belirli belirsiz bir huzursuzluk vardır....

telefon titrer..... tırttt tırtttt.....
i love telefona bakar '' alamode mesaj atmış .... aaaa ... ne istio acaba dur arıyayım ''

telefon ekranı '' MÜSAİTMİSİN...''